kaynak: http://www.tepav.org.tr/tr/blog/s/3710
Üniversite gerçek hayatta ne işimize yarayacak?
07 Ocak 2013 - Okunma Sayısı: 335
“Bunlar gerçek hayatta ne işimize yarayacak?”
Ortaokulda veyahut lisede matematik, fizik, biyoloji veya kimya
derslerini alırken pek çok öğrenci bu soruyu sormuştur. Sanırım
bugünlerde bu soru Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı seviyesinde de
tartışılıyor. Lütfen Bakan Nihat Ergün’ün sözlerini bir okuyun:
“Pastaneciler bile sorun yaşıyorlar.
Garsonluk yapacak çok sayıda insan başvuru yapıyor ama pasta yapacak
adam başvurmuyor. Üniversitelerle ilgili yeniden yapılanma süreci var.
Piyasaya duyarlı bir eğitim verip vermediği konusunda bir değerlendirme
yapacağız. Öyle meslek dalları açılmış durumda ki meslek yüksekokulu
olsun fakülte olsun piyasada karşılığı yok ve insanlar o meslekleri
üniversitede okumaya devam ediyorlar. Bizim piyasamızda hiç karşılığı
olmayan meslekler ya da çok sınırlı ama üniversite eğitimi bunun 10
katı. Örneğin fen edebiyat fakültelerinin sayısı çok fazla ancak kimya,
fizik, biyoloji mezunlarının çalışabileceği alan çok kısıtlı. Bunların
yeniden planlanması lazım.” *
Nihat Ergün’ün iki temel hatası var.
Birincisi, “piyasa” dediğinde kastettiği şey Türkiye piyasası. Yani
üniversiteleri, Türkiye’deki işverenlerin ihtiyaçlarına göre düzenlemeyi
öneriyor. İkincisi, zaman aralığını dar tutuyor. Sadece işverenlerin mevcut
ihtiyaçlarını göz önüne alıyor. Her iki kısıt da 2023 hedefleriyle
uyuşmuyor. 2023 hedeflerine baktığımızda gördüğümüz şeylerden bazıları
şunlar: Kişi başı 25 bin dolar gelir, 500 milyar dolar ihracat,
yerli uçak, yerli oto, Avrasya’nın üretim üssü, bilişimde öncü konum,
yerli bilişim, her kente Ar-Ge merkezi vb. Türkiye’nin bunları
gerçekleştirebilmesi için teknolojik ilerlemeye ihtiyacı var.
Hedeflerdeki “yerli” vurgusuna bakılırsa, Türkiye teknolojik ilerlemeyi
sadece teknoloji transferi ile değil, teknolojiyi bizzat kendisi
üreterek yapmayı hedefliyor. Peki, yeni teknoloji üretebilmek için ne
lazım? Teknolojik yeniliklerin temelini oluşturan temel bilimlere hâkim
olmak lazım.
Bilim ve teknoloji tarihine baktığımızda
bunu açıkça görüyoruz. İki örnek vermekle yetineceğim. Birincisi:
Süperiletken teknolojisi geliştiren kişiler şunlar: Kamerlingh Onnes, John Bardeen, Leon N. Cooper, Robert Schrieffer, J. Georg Bednorz ve K. Alex Müller. Hepsi fizikçi. Hepsi Nobel Fizik Ödülü almış.[1]
İkinci örnek biyolojiden geliyor. Biliyorsunuz geçenlerde bir öğretmene
derste evrim teorisi anlattı diye soruşturma açıldığı haberi çıktı.*
Evrimi ve biyolojiyi sevmiyor olabiliriz ama evrimci biyologlar çok
faydalı bilim insanlarıdır. Muhtemelen bunun farkında değiliz. Bakın
evrimci biyologların hayatımıza katkılarını sayayım: HIV’in insanlara
bulaşması ve gelişmesi ile ilgili mekanizmaları belirliyorlar, salgın
hastalıkların gelişmesi ve yayılması ile ilgili mekanizmaları ortaya
çıkarıyorlar, yeni hastalıkların gelişme mekanizmalarını inceliyorlar,
genetik bozukluklarla ilgili hastalıkları anlamamızı sağlıyorlar,
vesaire, vesaire… Bu çalışmalar sayesinde yeni aşıların
geliştirilmesine, AIDS ve kanser gibi hastalıkların tedavisine ve salgın
hastalıkların ortaya çıkmasının ve yayılmasının önlenmesine katkıda
bulunuyorlar.[2]
Fizik ve biyoloji örneklerinde matematiğin rolünün yadsınamaz olduğunu
da unutmayalım. Şimdi diyelim ki, şu anda Türkiye’deki işverenler
fizikçilere, matematikçilere, biyologlara ihtiyaç duymuyor. Bunu dikkate
alarak, gerçekten bu bölümleri kapatmalı mıyız, yoksa dünya çapında
fizikçiler, matematikçiler ve biyologlar yetiştirmek ve bölümlerin
kalitesini arttırmak için mi çalışmalıyız? Bu bölümleri kapatmak mı,
yoksa dünya ile rekabet eder hale getirmek mi bizi kalkındırır? Bu
retorik bir soruydu. Pek tabii ki ikincisi!
Türkiye’nin teknolojik yeniliklere imza
atmasının önündeki temel engellerden biri temel bilimlerdeki geri
kalmışlığımızdır. Türkiye, kalkınmak için iyi matematikçilere, iyi
fizikçilere, iyi biyologlara ve iyi kimyagerlere ihtiyaç duyuyor.
Dolayısıyla, şimdi “bu meslekler para etmiyor” demek, Türkiye’nin uzun
dönemli planlarıyla hiç uyuşmuyor.
Tamam fizikçiler, biyologlar ve
matematikçiler işe yarıyor. Peki doğrudan teknolojinin gelişmesine katkı
yapmayan bölümleri kapatmalı mıyız? Mesela, felsefecileri,
primatologları, antropologları falan ne yapacağız? Bunlara ihtiyaç
duyuyor muyuz? Tabii ki duyuyoruz. İlk önce, bu alanların hepsinin
pratik katkıları var. Örneğin, gelişmiş ülkelerde primatologlar diğer
bilim insanlarıyla birlikte siyaset bilimine ve iktisada sayısız katkıda
bulunuyor. Biz, “ne yapacağız bu felsefecileri?” derken gelişmiş
ülkelerde bilim felsefecileri ile fizikçiler bir araya gelip kuantum
evreninin sırlarını anlamaya çalışıyor. Ama teknolojik gelişme
perspektifinden baktığımızda her bilim ve araştırma alanının pratik
katkı yapması da gerekmiyor. Ar-Ge, innovasyon, teknolojik ilerleme bir
sinerji meselesi. Daha teknik ifadeyle söylersek, bilgi üretimi pozitif
dışsallıkları sayesinde daha fazla bilgi üretimini körüklüyor. Bizim “ne
yapacağız bunları?” dediğimiz pek çok araştırma alanı evrensel bilginin
üretilmesi için diğer araştırma alanları ile işbirliği içinde çalışıyor
ve dünyayı daha iyi anlamamızı sağlıyor. Eğer dünyayı değiştirecek
teknolojik yenilikler üretmek istiyorsak, dünyayı daha iyi anlamamız
gerekiyor. Bu açıdan bakıldığında bugün Türkiye’deki işverenlerin
ihtiyaç duymadığı alanları önemsiz olarak kabul etmek, bu bölümlere
girmeyi düşünen çocukların hevesini kırmak, doğru bir yaklaşım değil.
Dolayısıyla, illa ki bir piyasayı dikkate alacaksak, dünya bilgi
piyasasını dikkate almalı ve bunu geleceği düşünerek yapmalıyız.
Geleceğimizi bugünkü pratik ihtiyaçlarımızla kısıtlamak mantıklı bir
strateji değil!
Peki, piyasayı ne kadar dikkate
almalıyız? Piyasayı tamamen göz ardı etmek mümkün olmadığına göre
dikkate alacağız elbet. Ancak, bunu yaparken üniversiteleri meslek
okullarına çevirmek yapabileceğimiz en büyük yanlışlardan biri olur. Adı
üstünde, meslek okulları, Bakan Ergün’ün istediği pastacıları,
bankacıları, overlokçuları, dalgıçları, teknik çizim elemanlarını vb.
eğitecek kurumlardır. Örneğin, aslında bankacı olmak için dört senelik
iktisat bölümünü bitirip Leontief paradoksunu, Stolper-Samuelson
teoremini falan bilmeye gerek yok. Benzer bir biçimde pastacı
yetiştirmek için de üniversitede 4 senelik bölüm açmaya gerek yok.
Aslına bakarsanız, KPSS’den iyi bir not almak için de iki senelik bir
eğitim yeterli olur. İki senelik bir meslek eğitimi ile pek çok işin
ihtiyacı olan bilgi ve beceri öğrencilere aktarılabilir.[3]
Üniversiteler, sadece piyasa için eleman yetiştirilen fabrikalar olarak
düşünülürse, üniversite eğitimi dershane eğitimine benzer bir hale
gelir. Üniversitelerin ve dershanelerin farklı kurumlar olduklarını,
farklı işlevlere sahip olduklarını, birbirlerinin yerini
tutamayacaklarını hatırlamamızda fayda var.
Üniversiteye gelen öğrenci sadece iş
bulmak için değil, soru sormayı, sorgulamayı, araştırmayı ve doğruları
ortaya çıkarmak için nasıl çalışılması gerektiğini öğrenmek için
gelmelidir. Bu uzun dönemde bilim, sanayi ve teknolojinin gelişmesine
büyük katkılar yapar. Bunun aksi, yani üniversiteyi sadece bir meslek
eğitim kurumu olarak görmek, bilim, sanayi ve teknolojinin gelişmesine
değil, başka ülkelerde üretilen bilim, sanayi ve teknolojinin
kullanabilmesine katkıda bulunur. Türkiye’nin uzun dönemli planları
düşünüldüğünde yapmamız gereken doğruyu aramaktır, sadece
piyasaya eleman yetiştirmek değil. Üniversiteler bir taraftan iyi
mühendisler, iktisatçılar, doktorlar yetiştirirken bir taraftan da iyi
felsefeciler, fizikçiler, matematikçiler ve biyologlar yetiştirmelidir.
Felsefeden, matematikten, fizikten, biyolojiden vb. anlamayanların
ülkesinde teknolojinin gelişmesini de bekleyemeyiz.
Son olarak, Nihat Ergün’ün
açıklamasındaki vurguya dikkat edin, piyasada karşılığı olmayan
bölümlerden bahsediyor ve bu bölümlerin bir kısmının kapatılacağı
“müjde”sini veriyor. Piyasayı önemsemek demek, piyasadaki firmaların
devletten bağımsız olarak aldıkları kararlara güvenmek demektir.
Anlaşılan o ki Nihat Ergün piyasaya üniversitelerin geleceğini teslim
edecek kadar güveniyor. Ancak, bu yaklaşım bir çelişki içeriyor. Bakan
Ergün, bir taraftan piyasadaki şirketlere güvenirken diğer taraftan
üniversitelere güvenmiyor. Güvenmediği için hangi bölümün açılacağına,
hangisinin kapatılacağına devletin karar vermesini uygun görüyor. Eğer
bireylerin devletten bağımsız bir biçimde geleceğimiz için doğru
kararları alabileceğine gerçekten güveniyorsak, üniversiteler hakkındaki
kararları üniversitelerin bağımsız biçimde almasını değil, devletin
almasını savunmamız yanlış olur. Madem özgür bireylerin kararları bu
kadar önemseniyor, o zaman üniversitelerde hangi bölümlerin olacağına,
hangi bölümlerin olmayacağına neden merkezi bir biçimde karar veriliyor?
YÖK ve Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı piyasanın ne istediğini
merkezi bir biçimde takip etmeyi ve buna göre bölüm açıp kapatmayı neden
kendilerine görev biçiyor? Madem bireylere ve piyasaya bu kadar
güveniyorlar, hangi bölümün açılacağını, hangisinin kapanacağını da
üniversitelere bırakmalılar. Her üniversite kendi kararını kendisi
vermeli. Bazı üniversiteler istedikleri gibi piyasaya yoğunlaşsın,
diğerleri bilime, felsefeye, sanata odaklansın. Olmaz mı? Şimdi
diyeceksiniz ki “ama YÖK?”, doğru işte ben de onu diyorum!
Özet: Birincisi, üniversitelerin
dershaneye veya meslek okuluna döndürülmesi kabul edilemez. İkincisi,
her şeyi merkezden yönetmek bireyi ve piyasayı önemseyen mantıkla
çelişmektedir. Özerk üniversiteler merkezden halledilemeyecek pek çok
sorunun üstesinden gelebilir. Üçüncüsü, sadece yerel işgücü piyasasını
değil, dünya ölçeğindeki bilgi piyasasını dikkate almak zorundayız.
Bilginin üretilmediği yerde bilim, sanayi ve teknoloji olmaz.
Üniversiteleri meslek okulu gibi görmek, Bakan Ergün’ün aynı konuşmada
vurguladığı teknoloji ihtiyacı ile çelişmektedir. Üniversite
üniversitedir, meslek okulu değil. Bunu unutmayalım. Sorunun asıl
kaynağının hangi bölümün açılacağına, hangisinin kapanacağına merkezi
olarak karar veren yaklaşımda olduğunu ise hiç mi hiç unutmayalım.
[1]
Bizim piyasada iş bulması pek muhtemel görülmeyen fizikçilerin nelere
kadir olduklarını görmek için isterseniz Amerikan Fizik Enstitüsü’nin
web sayfasını bir ziyaret edin: http://webster.aip.org/success/
[2] Bu konuda David Mindell’in The Evolving World: Evolution in Everyday Life (2006, Harvard University Press, sf. 95-150) başlıklı kitabına bakabilirsiniz.
[3]
Bu arada, meslek edinmek için üniversiteye gelen öğrenciler neden
meslek okullarını tercih etmiyor diye düşünmemizde de fayda var.
Erkekler için askerlik süresi bir neden olabilir mi? Peki ya meslek
yüksek okullarının itibarı?